10 yıl önceki bir yazım bayram vesilesiyle
BORAN’DA BAYRAM
Her bayram yaklaşırken, benim de burnumun direği sızlamaya başlar ince ince. Bir daha
gelmeyecek güzel günlerin hatırası çocukluğumun tatlı bayram telaşesi ile bir film şeridi gibi
harekete geçer. Bu filmin ilk kareleri bayramdan 10 -15 gün önce başlardı. Eğer kurban
bayramıysa sık sık Pınarbaşı’nda Karslı camii civarında kurulan kurban pazarına giderdim.
Tabii okuldan dönüp, derslerden fırsat buldukça. Böylece pazara kurbanlık getiren
köylülerimi görür bir iki laf etme fırsatı bulurdum.
Cennet mekan babam beni ve kardeşim Cihat’ı kırmaz iki kutu bazen üç kutu tapa(mantar
tabancası mermisi) almamıza izin verirdi. O zaman bildiğim iki marka mantar tabancası vardı.
Özdemir veya Ataş. Ama ben ataşı tercih ederdim mekanizması yumuşak diye.(usta atıcıyız
ya)
Görevlerimiz de vardı. Her bayram eş, dost, akrabaya eli boş gidecek değiliz ya. Üç kardeş
babamın getirdiği bayram şekeri doldurulmuş kesekağıtlarına birer ikişer paket Samsun veya
Maltepe sigarası koyar ambalajı kapatır, büyük bir ciddiyetle gideceği kişilerin “hacı amcam”
“anneannem”… diye adını yazardık tükenmez kalemle.
Köyümüze genellikle arife günü, şansımız varsa iki üç gün önce giderdik. Ben her gece
sayardım kaç gün kaldığını. Bayrama toplayacağım harçlıkların, sıkacağım tapaların gece
yarısına kadar oynayacağımız harimolaların hayalini kurardım. Ve nihayet o gün gelir annem
valizleri hazırlardı. Bende tapalarımı, tabancamı özenle koyduğum valizleri açar, annem
karıştırma diye kızsa da çıkarıp çıkarıp bakar sonra tekrar koyardım mühimmatı.
Çoğu zaman pazartesi öğleden sonra veya Cuma namazından sonra hareket ederdi köyümün
dolmuşu. Yıllarca muhtarlık yapan Duran amcamın 38 DY 851 plakalı Ford marka köy
dolmuşu benim için hem azap hem kutsal bir araç. Azap çünkü beni de kardeşim Cihat'ı da
acaip araba tutar 15 km.lik o kısa yolculukta muhakkak istifra ederdik. Kutsal çünkü bütün bir
yıl beklediğim yolculuğa bayram için köyüme götürüyor. Eğer hem arifeye hem de cumaya
rastlamışsa birkaç sefer hatta 7-8 sefer yapardı mavi dolmuş. Biz de son seferlere kalırdık. Biz
çocuklar tek katlı kırmızı kiremitli evimizde duramaz, içeri girer çıkar sabırsızlıktan çatlardık.
Nihayet babam gelir alır, hevesle toz ve akaryakıt kokan emektar dolmuşa yerleşirdik. Her
zaman ön koltukta şoför mahallinde, fotr şapkalarıyla merhum Çeçen Burhan amca yanında
merhum Çeçen Osman amca.
Köprüyü geçip kara şoseden Borana döndü mü köy görünürdü Ama bizdede mide hoşaf.
Kendimizi buraya kadar zor tuttuğumuzdan genelde Cihatla beni bizim mahallenin girişinde
indirirlerdi. Çeşmede elimizi yüzümüzü yıkar kana kana buz gibi suyu içti mi kendimize
gelirdik. Çeşmeler kapandığından beri ne yazık ki o tadı bulamıyor, köyün suyunu şimdi
içemiyorum,
Akmasa da aşağı mahalledekilerin aksine hala dimdik duran o çeşmenin tepesine çıkıp mor
dağlara bakıp tutturduğum şarkı, türküler hala dilimin ucunda: “Aynalı Kemer İnce Bele”
“Dağlar Kızı Reyhan Alem Sana Hayran”…
Hemen emmioğlularımı (bizim Çeçen mahallenin Çeçenleri hep birbirine akraba olduğundan
öyle derdik birbirimize ki gerçekten çoğu amca çocuklarıyız.) bulur oyunun tatlı dünyasına
dalardım. Akşamdan başlardık, çatır çatır mantar tabancası patlatmaya. Bayram gününe
ayrılanlar dışındaki mühimmat bitince sıra harimolaya (Molla Lora) gelirdi. Caminin karşısı
çoğunlukla kale seçilir. Oyun gece yarısına kadar sürerdi. En sonunda uykusu gelen biri
oyunbozanlık eder oyun bozulur evli evine dönerdi. Benim için ev kavramı yoktu her yer
evimdi. Anneannem, Hacı amcam olmadı Yakup amcamlar, Dayımlar, Sati amcamlar. Onlar
da olmasa tüm köylümün hepsinin seve seve misafir edeceğini bilmenin tatlı rahatlığı. O
yüzden olacak annem babam beni hiç aramazdı köyde. Köyüm benim için her zaman ana
kucağı gibi özgürlük, güven ve rahatlık demekti.
Bayram sabahı erkenden kalkar camiinin yolunu tutardım Hacı amcamdaysam teker peyniri
teker gibi mideye yuvarlamışımdır. Yakup amcamlarda kaldıysam Hediye yengemin sabahın
kör karanlığında daha yeni sağıp kaynattığı taze sütü içmişimdir. Anneannemdeysem
tereyağında pişmiş taze yumurtalara sobada pişen taze köy ekmeğini bandırmışımdır.
Dayımda kaldımsa yaylada (Kurudere) çıkarılan taze peynirleri hüpletmişimdir. ( O zamanlar
bir bolluk bereket vardı köyümüzde)
Toprağı bol olsun Kanen dayımın kameti ezanı ve Merşen Sadettin Hoca Efendiden ya da
cennet mekan Hacı amcamdan bayram hutbesi. Sonra o haşmetli cübbesiyle vakur bir şekilde
yürüyen imamın arkasından cemaatin Çerkes mahalleden geçerek mezarlığa çıkışı ve kabirleri
ziyaret. Ne güzel bir serominidir. Şimdi o anları, o günleri yaşayamayan evlatlarımız
kardeşlerimiz adına üzüntü duymamak elde mi. Mezarlıktan ayrılmadan son bir toplu dua ve
toplu bayramlaşmanın ardından bayram başlardı.
Daha küçükken bayram namazına gidemediğim yaşlarda; büyükler köyün her yerinden
gözüken mezarlığın sırtından göründüler mi diye bekler, adeta nöbet tutardık. Çünkü onlar
indi mi bayram başlamış demekti.
Çocuklar gelenlerin yolunu keser bayramlaşırdık Akraba olan abi ve amcalara ise tapa
tabancalarını doğrultur adeta haraç alır gibi bayram bahşişi isterdik. Ölenlere rahmet kalanlara
uzun ömür, onlar hiç kırmazdı bizi . Şimdi bakınca o ne sabır ve hoşgörüymüş yarabbi demek
geliyor içimden. Allah Rahmet etsin emmioğlumuz Baysın abinin yepyeni bayramlık
pantolonuna sıktığım mantar tabancası, pantolonu paçasından yakıp delmişti de buna rağmen
hiç darılmadan öfkelenmeden kahkahayla gülerek bahşişimi vermişti.
Kurban bayramıysa vazifemiz alnımıza kanı sürülen kurbanın ayaklarını tutmaktı mühim işti
vesselam. Sonra cümbüş başlardı oğlan çocuklarının elinde plastik poşetler, kızların elinde ise
cicili bicili çantalar tüm çocuklar ev ev gezer şekerleri doldururduk. Sigaralara sulanırdık ama
koklatmazlardı tabi. Ömrü uzun olasıca Nanoş ablam hariç. O bizi delikanlıdan sayar içinde
lokumlar türlü türlü şeker ve çikolatalar olan sigaralı tepsiyi tutardı. Ondan aldığımız
sigaralarla birlikte (Çetin, Ömer ve ben) paraları katıştırarak aldığımız filtresiz Bafra sigarası
belki de Asker sigarası paketini alır. Tenha bir yere saklanır (hava iyiyse Çeçen dereye kadar
giderdik) midemiz bulanana kadar sigaraları içmeye çalışırdık.
Öğlen muhakkak ciğer kavurma yenirdi. Artık nereye hangi eve denk gelirse. Akşamın
değişmez menüsü ise Çeçen yemeği Gılnış. Bir bayram hiç unutmam sabah, öğlen, akşam
olmak üzere aralıksız bir hafta gılnış yemiştim. O birkaç gün benim için rüya gibi geçer sonra
serin bir sabah mavi dolmuş bir başka bayrama kadar alır beni köyümden götürürdü. Mesafe
kısaydı ama o yıllarda öyle kolay değildi gidip gelebilmek.
Belki çocuktuk zorlukların, yoklukların farkında değildik. Küçük dünyamızda bunları fark
edemiyor göremiyorduk. Ama bir şey vardı ki onun farkındaydık. Adeta elle tutulacakmış
gibi varlığını hissettiğimiz kokladığımız yediğimiz içtiğimiz tadına vardığımız bir şey. O da
sevgi, saygı, sabır, muhabbet ve hoşgörü.
Yıllar geçti biz büyüdük Yaşar Kemalin dediği gibi “ O güzel insanlar o güzel atlara binip
gittiler” dünya değişti geçim zorlaştı. Yaşam kolaylaştı. O çocuklar büyüdük evlendik
barklandık. Bazı dostlar soruyor; “evimiz barkımız arabamız malımız çoluk çocuğumuz var.
Ama bir şey eksik ne eksik?” diye. Acı acı gülümsemekten kendimi alamıyorum. Neyin eksik
olduğunu bilmiyorum, ama sevgili dostlar tatlı dil ve güleryüz doyumsuzca alışveriş
yaptığımız o koca koca marketlerin raflarında değil. Bırdım (Mevlüt) amcanın (mekanı cennet olsun)
leblebi, şeker sucuğu, rahat lokum kokan köy bakkalında ağzımıza attığımız bisküvinin nemli
tadında. Onun müşfik bakışlarında. Elimizde olan bir şey.
Av. Atilla DOĞAN