BORAN'DA BAYRAM Av. Atilla DOĞAN

10 yıl önceki bir yazım bayram vesilesiyle


BORAN’DA BAYRAM


Her bayram yaklaşırken, benim de burnumun direği sızlamaya başlar ince ince. Bir daha

gelmeyecek güzel günlerin hatırası çocukluğumun tatlı bayram telaşesi ile bir film şeridi gibi

harekete geçer. Bu filmin ilk kareleri bayramdan 10 -15 gün önce başlardı. Eğer kurban

bayramıysa sık sık Pınarbaşı’nda Karslı camii civarında kurulan kurban pazarına giderdim.

Tabii okuldan dönüp, derslerden fırsat buldukça. Böylece pazara kurbanlık getiren

köylülerimi görür bir iki laf etme fırsatı bulurdum.

Cennet mekan babam beni ve kardeşim Cihat’ı kırmaz iki kutu bazen üç kutu tapa(mantar

tabancası mermisi) almamıza izin verirdi. O zaman bildiğim iki marka mantar tabancası vardı.

Özdemir veya Ataş. Ama ben ataşı tercih ederdim mekanizması yumuşak diye.(usta atıcıyız

ya)

Görevlerimiz de vardı. Her bayram eş, dost, akrabaya eli boş gidecek değiliz ya. Üç kardeş

babamın getirdiği bayram şekeri doldurulmuş kesekağıtlarına birer ikişer paket Samsun veya

Maltepe sigarası koyar ambalajı kapatır, büyük bir ciddiyetle gideceği kişilerin “hacı amcam”

“anneannem”… diye adını yazardık tükenmez kalemle.

Köyümüze genellikle arife günü, şansımız varsa iki üç gün önce giderdik. Ben her gece

sayardım kaç gün kaldığını. Bayrama toplayacağım harçlıkların, sıkacağım tapaların gece

yarısına kadar oynayacağımız harimolaların hayalini kurardım. Ve nihayet o gün gelir annem

valizleri hazırlardı. Bende tapalarımı, tabancamı özenle koyduğum valizleri açar, annem

karıştırma diye kızsa da çıkarıp çıkarıp bakar sonra tekrar koyardım mühimmatı.

Çoğu zaman pazartesi öğleden sonra veya Cuma namazından sonra hareket ederdi köyümün

dolmuşu. Yıllarca muhtarlık yapan Duran amcamın 38 DY 851 plakalı Ford marka köy

dolmuşu benim için hem azap hem kutsal bir araç. Azap çünkü beni de kardeşim Cihat'ı da

acaip araba tutar 15 km.lik o kısa yolculukta muhakkak istifra ederdik. Kutsal çünkü bütün bir

yıl beklediğim yolculuğa bayram için köyüme götürüyor. Eğer hem arifeye hem de cumaya

rastlamışsa birkaç sefer hatta 7-8 sefer yapardı mavi dolmuş. Biz de son seferlere kalırdık. Biz

çocuklar tek katlı kırmızı kiremitli evimizde duramaz, içeri girer çıkar sabırsızlıktan çatlardık.

Nihayet babam gelir alır, hevesle toz ve akaryakıt kokan emektar dolmuşa yerleşirdik. Her

zaman ön koltukta şoför mahallinde, fotr şapkalarıyla merhum Çeçen Burhan amca yanında

merhum Çeçen Osman amca.

Köprüyü geçip kara şoseden Borana döndü mü köy görünürdü Ama bizdede mide hoşaf.

Kendimizi buraya kadar zor tuttuğumuzdan genelde Cihatla beni bizim mahallenin girişinde

indirirlerdi. Çeşmede elimizi yüzümüzü yıkar kana kana buz gibi suyu içti mi kendimize

gelirdik. Çeşmeler kapandığından beri ne yazık ki o tadı bulamıyor, köyün suyunu şimdi

içemiyorum,

Akmasa da aşağı mahalledekilerin aksine hala dimdik duran o çeşmenin tepesine çıkıp mor

dağlara bakıp tutturduğum şarkı, türküler hala dilimin ucunda: “Aynalı Kemer İnce Bele”

“Dağlar Kızı Reyhan Alem Sana Hayran”…


Hemen emmioğlularımı (bizim Çeçen mahallenin Çeçenleri hep birbirine akraba olduğundan

öyle derdik birbirimize ki gerçekten çoğu amca çocuklarıyız.) bulur oyunun tatlı dünyasına

dalardım. Akşamdan başlardık, çatır çatır mantar tabancası patlatmaya. Bayram gününe

ayrılanlar dışındaki mühimmat bitince sıra harimolaya (Molla Lora) gelirdi. Caminin karşısı

çoğunlukla kale seçilir. Oyun gece yarısına kadar sürerdi. En sonunda uykusu gelen biri

oyunbozanlık eder oyun bozulur evli evine dönerdi. Benim için ev kavramı yoktu her yer

evimdi. Anneannem, Hacı amcam olmadı Yakup amcamlar, Dayımlar, Sati amcamlar. Onlar

da olmasa tüm köylümün hepsinin seve seve misafir edeceğini bilmenin tatlı rahatlığı. O

yüzden olacak annem babam beni hiç aramazdı köyde. Köyüm benim için her zaman ana

kucağı gibi özgürlük, güven ve rahatlık demekti.

Bayram sabahı erkenden kalkar camiinin yolunu tutardım Hacı amcamdaysam teker peyniri

teker gibi mideye yuvarlamışımdır. Yakup amcamlarda kaldıysam Hediye yengemin sabahın

kör karanlığında daha yeni sağıp kaynattığı taze sütü içmişimdir. Anneannemdeysem

tereyağında pişmiş taze yumurtalara sobada pişen taze köy ekmeğini bandırmışımdır.

Dayımda kaldımsa yaylada (Kurudere) çıkarılan taze peynirleri hüpletmişimdir. ( O zamanlar

bir bolluk bereket vardı köyümüzde)

Toprağı bol olsun Kanen dayımın kameti ezanı ve Merşen Sadettin Hoca Efendiden ya da

cennet mekan Hacı amcamdan bayram hutbesi. Sonra o haşmetli cübbesiyle vakur bir şekilde

yürüyen imamın arkasından cemaatin Çerkes mahalleden geçerek mezarlığa çıkışı ve kabirleri

ziyaret. Ne güzel bir serominidir. Şimdi o anları, o günleri yaşayamayan evlatlarımız

kardeşlerimiz adına üzüntü duymamak elde mi. Mezarlıktan ayrılmadan son bir toplu dua ve

toplu bayramlaşmanın ardından bayram başlardı.

Daha küçükken bayram namazına gidemediğim yaşlarda; büyükler köyün her yerinden

gözüken mezarlığın sırtından göründüler mi diye bekler, adeta nöbet tutardık. Çünkü onlar

indi mi bayram başlamış demekti.

Çocuklar gelenlerin yolunu keser bayramlaşırdık Akraba olan abi ve amcalara ise tapa

tabancalarını doğrultur adeta haraç alır gibi bayram bahşişi isterdik. Ölenlere rahmet kalanlara

uzun ömür, onlar hiç kırmazdı bizi . Şimdi bakınca o ne sabır ve hoşgörüymüş yarabbi demek

geliyor içimden. Allah Rahmet etsin emmioğlumuz Baysın abinin yepyeni bayramlık

pantolonuna sıktığım mantar tabancası, pantolonu paçasından yakıp delmişti de buna rağmen

hiç darılmadan öfkelenmeden kahkahayla gülerek bahşişimi vermişti.

Kurban bayramıysa vazifemiz alnımıza kanı sürülen kurbanın ayaklarını tutmaktı mühim işti

vesselam. Sonra cümbüş başlardı oğlan çocuklarının elinde plastik poşetler, kızların elinde ise

cicili bicili çantalar tüm çocuklar ev ev gezer şekerleri doldururduk. Sigaralara sulanırdık ama

koklatmazlardı tabi. Ömrü uzun olasıca Nanoş ablam hariç. O bizi delikanlıdan sayar içinde

lokumlar türlü türlü şeker ve çikolatalar olan sigaralı tepsiyi tutardı. Ondan aldığımız

sigaralarla birlikte (Çetin, Ömer ve ben) paraları katıştırarak aldığımız filtresiz Bafra sigarası

belki de Asker sigarası paketini alır. Tenha bir yere saklanır (hava iyiyse Çeçen dereye kadar

giderdik) midemiz bulanana kadar sigaraları içmeye çalışırdık.

Öğlen muhakkak ciğer kavurma yenirdi. Artık nereye hangi eve denk gelirse. Akşamın

değişmez menüsü ise Çeçen yemeği Gılnış. Bir bayram hiç unutmam sabah, öğlen, akşam

olmak üzere aralıksız bir hafta gılnış yemiştim. O birkaç gün benim için rüya gibi geçer sonra

serin bir sabah mavi dolmuş bir başka bayrama kadar alır beni köyümden götürürdü. Mesafe

kısaydı ama o yıllarda öyle kolay değildi gidip gelebilmek.

Belki çocuktuk zorlukların, yoklukların farkında değildik. Küçük dünyamızda bunları fark

edemiyor göremiyorduk. Ama bir şey vardı ki onun farkındaydık. Adeta elle tutulacakmış

gibi varlığını hissettiğimiz kokladığımız yediğimiz içtiğimiz tadına vardığımız bir şey. O da

sevgi, saygı, sabır, muhabbet ve hoşgörü.

Yıllar geçti biz büyüdük Yaşar Kemalin dediği gibi “ O güzel insanlar o güzel atlara binip

gittiler” dünya değişti geçim zorlaştı. Yaşam kolaylaştı. O çocuklar büyüdük evlendik

barklandık. Bazı dostlar soruyor; “evimiz barkımız arabamız malımız çoluk çocuğumuz var.

Ama bir şey eksik ne eksik?” diye. Acı acı gülümsemekten kendimi alamıyorum. Neyin eksik

olduğunu bilmiyorum, ama sevgili dostlar tatlı dil ve güleryüz doyumsuzca alışveriş

yaptığımız o koca koca marketlerin raflarında değil. Bırdım (Mevlüt) amcanın (mekanı cennet olsun)

leblebi, şeker sucuğu, rahat lokum kokan köy bakkalında ağzımıza attığımız bisküvinin nemli

tadında. Onun müşfik bakışlarında. Elimizde olan bir şey.


Av. Atilla DOĞAN