Köyümde Bayram

“O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler”

Yaşar Kemal

 

Her bayram yaklaşırken, benim de burnumun direği sızlamaya başlar ince,ince. Bir daha gelmeyecek güzel günlerin hatırası çocukluğumun tatlı bayram telaşesi ile bir film şeridi gibi harekete geçer. Bu filmin ilk kareleri bayramdan 10 -15 gün önce başlardı. Eğer kurban bayramıysa sık sık Pınarbaşı’nda Karslı camii civarında kurulan kurban pazarına giderdim. Tabii okuldan dönüp, derslerden fırsat buldukça. Böylece pazara kurbanlık getiren köylülerimi görür bir iki laf etme fırsatı bulurdum.

Cennet mekan babam beni ve kardeşim Cihat’ı kırmaz iki kutu bazen üç kutu tapa(mantar tabancası mermisi) almamıza izin verirdi. O zaman bildiğim iki marka mantar tabancası vardı. Özdemir veya Ataş. Ama ben ataşı tercih ederdim mekanizması yumuşak diye.(usta atıcıyız ya)

Görevlerimiz de vardı. Her bayram eş, dost, akrabaya eli boş gidecek değiliz ya. Üç kardeş babamın getirdiği bayram şekeri doldurulmuş kesekağıtlarına birer ikişer paket Samsun veya Maltepe sigarası koyar ambalajı kapatır, büyük bir ciddiyetle gideceği kişilerin “hacı amcam” “anneannem”… diye adını yazardık tükenmez kalemle.

Köyümüze genellikle arife günü, şansımız varsa iki üç gün önce giderdik. Ben her gece sayardım kaç gün kaldığını. Bayrama toplayacağım harçlıkların, sıkacağım tapaların gece yarısına kadar oynayacağımız harimolaların hayalini kurardım. Ve nihayet o gün gelir annem valizleri hazırlardı. Bende tapalarımı, tabancamı özenle koyduğum valizleri açar, annem karıştırma diye kızsa da çıkarıp,çıkarıp bakar sonra tekrar koyardım mühimmatı.

Çoğu zaman pazartesi öğleden sonra veya Cuma namazından sonra hareket ederdi köyümün dolmuşu. Yıllarca muhtarlık yapan Duran emmimin 38 DY 851 plakalı Ford marka köy dolmuşu benim için hem azap hem kutsal bir araç. Azap çünkü beni de kardeşim Cihat’ı da acayip araba tutar15 km.lik o kısa yolculukta muhakkak istifra ederdik. Kutsal çünkü bütün bir yıl beklediğim yolculuğa bayram için köyüme götürüyor. Eğer hem arifeye hem de cumaya rastlamışsa birkaç sefer hatta 7-8 sefer yapardı mavi dolmuş. Biz de son seferlere kalırdık. Biz çocuklar tek katlı kırmızı kiremitli evimizde duramaz, içeri girer çıkar sabırsızlıktan çatlardık. Nihayet babam gelir alır, hevesle toz ve akaryakıt kokan emektar dolmuşa yerleşirdik. Her zaman ön koltukta şoför mahallinde, fötr şapkalarıyla merhum Çeçen Burhan emmi yanında merhum Çeçen Osman emmi.

Köprüyü geçip kara şoseden Borana döndü mü köy görünürdü Ama bizde de mide hoşaf. Kendimizi buraya kadar zor tuttuğumuzdan genelde Cihat’la beni bizim mahallenin girişinde indirirlerdi. Çeşmede elimizi yüzümüzü yıkar kana, kana buz gibi suyu içti mi kendimize gelirdik. Çeşmeler kapandığından beri ne yazık ki o tadı bulamıyor, köyün suyunu şimdi içemiyorum,

Akmasa da aşağı mahalledekilerin aksine hala dimdik duran o çeşmenin tepesine çıkıp mor dağlara bakıp tutturduğum şarkı, türküler hala dilimin ucunda: “Aynalı Kemer İnce Bele” “Dağlar Kızı Reyhan Alem Sana Hayran”…

Hemen emmioğlularımı (bizim Çeçen mahallenin Çeçenleri hep birbirine akraba olduğundan öyle derdik birbirimize ki gerçekten çoğu amca çocuklarıyız.) bulur oyunun tatlı dünyasına dalardım. Akşamdan başlardık, çatır,çatır mantar tabancası patlatmaya. Bayram gününe ayrılanlar dışındaki mühimmat bitince sıra harimolaya gelirdi. Caminin karşısı çoğunlukla kale seçilir. Oyun gece yarısına kadar sürerdi. En sonunda uykusu gelen biri oyunbozanlık eder oyun bozulur evli evine dönerdi. Benim için ev kavramı yoktu her yer evimdi. Anneannem, Hacı amcam olmadı Yakup amcamlar, Dayımgil, Sati amcamlar. Onlar da olmasa tüm köylümün hepsinin seve, seve misafir edeceğini bilmenin tatlı rahatlığı. O yüzden olacak annem babam beni hiç aramazdı köyde. Köyüm benim için her zaman ana kucağı gibi özgürlük, güven ve rahatlık demekti.

Bayram sabahı erkenden kalkar camiinin yolunu tutardım Hacı amcamdaysam teker peyniri teker gibi mideye yuvarlamışımdır.Yakup amcamlarda kaldıysam Hediye yengemin sabahın kör karanlığında daha yeni sağıp kaynattığı taze sütü içmişimdir. Anneannemdeysem tereyağında pişmiş taze yumurtalara sobada pişen taze köy ekmeğini bandırmışımdır. Dayımda kaldımsa yaylada (Kurudere) çıkarılan taze peynirleri hüpletmişimdir. ( O zamanlar bir bolluk bereket vardı köyümüzde)

Toprağı bol olsun Kanen dayımın kameti ezanı ve Merşen Sadettin Hoca Efendiden ya da cennet mekan Hacı amcamdan bayram hutbesi. Sonra o haşmetli cübbesiyle vakur bir şekilde yürüyen imamın arkasından cemaatin Çerkes mahalleden geçerek mezarlığa çıkışı ve kabirleri ziyaret. Ne güzel bir serominidir. Şimdi o anları, o günleri yaşayamayan evlatlarımız kardeşlerimiz adına üzüntü duymamak elde mi. Mezarlıktan ayrılmadan son bir toplu dua ve toplu bayramlaşmanın ardından bayram başlardı.

Daha küçükken bayram namazına gidemediğim yaşlarda; büyükler köyün her yerinden gözüken mezarlığın sırtından göründüler mi diye bekler, adeta nöbet tutardık. Çünkü onlar indi mi bayram başlamış demekti.

Çocuklar gelenlerin yolunu keser bayramlaşırdık Akraba olan abi ve amcalara ise tapa tabancalarını doğrultur adeta haraç alır gibi bayram bahşişi isterdik. Ölenlere rahmet kalanlara uzun ömür, onlar hiç kırmazdı bizi . Şimdi bakınca o ne sabır ve hoşgörüymüş yarabbi demek geliyor içimden. Allah Rahmet etsin Baysın abinin yepyeni bayramlık pantolonuna sıktığım mantar tabancası, pantolonu paçasından yakıp delmişti de buna rağmen hiç darılmadan öfkelenmeden kahkahayla gülerek bahşişimi vermişti.

Kurban bayramıysa vazifemiz alnımıza kanı sürülen kurbanın ayaklarını tutmaktı mühim işti vesselam. Sonra cümbüş başlardı oğlan çocuklarının elinde plastik poşetler, kızların elinde ise cicili bicili çantalar tüm çocuklar ev, ev gezer şekerleri doldururduk. Sigaralara sulanırdık ama koklatmazlardı tabi. Ömrü uzun olasıca Nanoş ablam hariç. O bizi delikanlıdan sayar içinde lokumlar türlü, türlü şeker ve çikolatalar olan sigaralı tepsiyi tutardı. Ondan aldığımız sigaralarla birlikte (Çetin, Ömer ve ben) paraları katıştırarak aldığımız filtresiz Bafra sigarası belki de Asker sigarası paketini alır. Tenha bir yere saklanır (hava iyiyse Çeçen dereye kadar giderdik) midemiz bulanana kadar sigaraları içmeye çalışırdık.

Öğlen muhakkak ciğer kavurma yenirdi. Artık nereye hangi eve denk gelirse. Akşamın değişmez menüsü ise Çeçen yemeği Gılnış. Bir bayram hiç unutmam sabah, öğlen, akşam olmak üzere aralıksız bir hafta gılnış yemiştim. O birkaç gün benim için rüya gibi geçer sonra serin bir sabah mavi dolmuş bir başka bayrama kadar alır beni köyümden götürürdü. Mesafe kısaydı ama o yıllarda öyle kolay değildi gidip gelebilmek.

 

Belki çocuktuk zorlukların, yoklukların farkında değildik. Küçük dünyamızda bunları fark edemiyor göremiyorduk. Ama bir şey vardı ki onun farkındaydık. Adeta elle tutulacakmış gibi varlığını hissettiğimiz kokladığımız yediğimiz içtiğimiz tadına vardığımız bir şey. O da sevgi, saygı, sabır, muhabbet ve hoşgörü.

Yıllar geçti biz büyüdük Yaşar Kemalin dediği gibi “ O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler” dünya değişti geçim zorlaştı. Yaşam kolaylaştı. O çocuklar büyüdük evlendik barklandık. Bazı dostlar soruyor; “evimiz barkımız arabamız malımız çoluk çocuğumuz var. Ama bir şey eksik ne eksik?” diye. Acı, acı gülümsemekten kendimi alamıyorum. Neyin eksik olduğunu bilmiyorum, ama sevgili dostlar tatlı dil ve güleryüz doyumsuzca alışveriş yaptığımız o koca, koca marketlerin raflarında değil. Bırdım amcanın (mekanı cennet olsun) leblebi, şeker sucuğu, rahat lokum kokan bakkalında ağzımıza attığımız biskivünün nemli tadında. Onun müşfik bakışlarında. Elimizde olan bir şey…

 

Sevgi saygı ile nice bayramlara

Atila DOĞAN